Başkomutan Mustafa Kemal

Zafer inancıyla cepheden cepheye koşan Türk askerleri, kısa bir süre sonra toplanarak harekete geçen Yunanlılarla tekrar karşı karşıya geldiler. Temmuz ayının başlarında, Batı Cephesi'nin çeşitli yerlerinde geçen şiddetli çarpışmalar sırasında Türk Ordusu zorlanmaya başlamıştı. Zira Yunanlılar asker sayısı, silah ve cephane gücü açısından Türklere kıyasla çok üstün konumdaydılar. Bu avantajlarını iyi değerlendirerek bazı bölgeleri ele geçirdiler. Afyon, Eskişehir, Kütahya ve Bilecik düşmanlarca işgal edildi.

Bu olumsuz gelişmeler üzerine Ankara'da bulunan Mustafa Kemal, derhal Karacahisar'daki Batı Cephesi Karargahı'na geldi. Türk Ordusu'na göre imkanları çok geniş olan Yunanlılara karşı farklı bir strateji geliştirmeyi uygun gördü ve bunu İsmet Paşa'ya bildirdi. Atatürk'e göre, "Orduyu, Eskişehir'in kuzey ve güneyinde topladıktan sonra, düşman ordusuyla araya bir mesafe koymak lazımdır ki, orduyu derleyip toparlamak ve güçlendirmek mümkün olabilsin. Bunun için Sakarya'nın doğusuna kadar çekilmek yerindedir!" Böylece Türk kuvvetleri Sakarya'nın doğusuna kadar çekildiler.

Gerçekten de bu, verilebilecek en doğru karardı. Çünkü sayısı azalan kuvvetlerimizin kendilerinden oldukça avantajlı durumdaki Yunan Ordusu'na karşı dayanabilmesi uzun sürmeyecekti, ki bu büyük kayıplara neden olabilirdi. Kütahya-Eskişehir Savaşları olarak bilinen geri çekilme ve mücadelede yaklaşık kırk bin şehit verildi; büyük miktarda askeri malzeme ve mühimmat kaybedildi.

Gelişen tehlikeli durum karşısında bazı tedbirler almak gerekiyordu. Örneğin Hükümet Merkezi'nin Ankara'dan Kayseri'ye taşınması düşünülmüştü. Ama Türk'ün yüksek onur ve seciyesi beklenen cevabı verdi: "Biz buraya kaçmaya mı geldik, yoksa düşmanla dövüşmeye mi?" Sonuç olarak, milletin temsilcileri kanlarının son damlasına kadar savaşma ve sonuna kadar mücadele etme gerekliliğini savundular; Ankara'nın savunulması için yapılması gereken çalışmaların hızlandırılmasına karar verdiler.

Mustafa Kemal zafere dair inancını hiçbir zaman kaybetmemiş, her zaman şerefli bir geçmişe sahip olan Türk halkını bu konuda yüreklendirmişti. Dahası ordumuzun belirlediği noktada düşmanın yok edilmesi için geri çekilme hareketinin gerekçesini her fırsatta dile getirmişti. Fakat bazı kesimler geri çekilmeyi yenilgi olarak kabul edip, Ordumuzun, Meclis'in ve halkın kayıpta olduğunu söylüyorlardı. Bunun sonucunda ülkede bir tedirginlik başgösterince Mustafa Kemal yeni bir girişimde daha bulundu ve ordunun başına geçti. 5 Ağustos 1921'de çıkarılan bir kanunla kendisine Başkomutanlık görevi verildi. Mustafa Kemal Paşa aynı gün Meclis kürsüsünden şu açıklamayı yaptı:

"Efendiler! Zavallı milletimizi esir etmek isteyen düşmanları, Allah'ın yardımıyla behemehal mağlup edeceğimize dair olan emniyet ve itimadım bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada bu kesin inancımı yüksek heyetinize karşı, bütün millete karşı ve bütün aleme karşı ilan ederim."

Başkomutan aynı gün ordu ve millete de bir bildiri yayımladı. Bu bildiride ise şu cümleler yer alıyordu:
"... Bana bu vazifeyi tevdi etmiş olan Meclis ve bu Meclis'te beliren milletin kesin iradesi, hareket tarzımın mihrakını teşkil edecektir. Hiçbir sebep ve suretle değiştirilmesine imkan olmayan bu kesin irade, her ne olursa olsun düşman ordusunu imha etmek ve bütün Yunanistan'ın silâhlı kuvvetlerinden oluşan bu orduyu, anayurdumuzun mukaddes ocağında boğarak kurtuluşa ve bağımsızlığa kavuşmaktır."

Böylece Mustafa Kemal tekrar askeri kimliğine kavuşmuş oluyordu. Ayrıca bu görevle Osmanlı'da bir ilki daha gerçekleştirmiş oldu. Çünkü o zamana kadar padişaha ait olan başkomutanlık görevi, milletin seçimiyle halktan birine verilmişti.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın liderliğinde tarihte eşine az rastlanır bir seferberlik başladı. Bu öyle bir seferberlikti ki, Türk Milleti ve Ordusu el ele vermiş, neyi varsa ortaya koyarak bir ölüm-kalım mücadelesine girişmişti.


1 yorum

teşekkürler

teşekkürler

09.02.2010 - ziyaretçi

Konular