Büyük Taarruz
Düşmanı "Vatanın harim-i ismetinde boğmak" zamanı gelmişti.
İnönü ve Sakarya savaşlarından sonra İtilâf devletlerinin dışişleri bakanları Türk ve Yunan hükümetlerine ateşkes teklif ettiler. 26 Mart 1922 tarihinde ise barış şartlarını bildiriyor ve bu defa Türkler'e sözde daha fazla taviz veriyorlardı. Bu şartlara göre Kırklareli, Babaeski ve Edirne Yunanlılar'da, Tekirdağ ise Türkler'de kalmak üzere Trakya sınırı yeniden çizilecekti. İstanbul boşaltılacak, ayrı bir bölge olacak, Boğazlar serbest bırakılacaktı. Türk ordusunun Sevr Antlaşması'na göre 50 bin olan mevcudu 85 bine çıkarılıyor, kapitülasyonlarda tadilat teklif ediliyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti bu tekliflere kısa bir nota ile cevap verdi: işgalciler Anadolu'dan tamamen çekilmeden barış görüşmelerinin yapılamayacağı, tekliflerin incelenmeyeceği bildirdi. İtilâf devletleri 15 Nisan'da bu notamızı reddettiler.
Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti barış temaslarından bir sonuç çıkmayacağını, düşmanı yurt topraklarından sürüp atmadıkça bizim istediğimiz şartlarda bir barış yapılamayacağını biliyordu. Onun için ilk iş, vatanı düşmandan kurtarmak idi. Büyük bir hücumla düşmanı, Mustafa Kemal Paşa'nın deyimi ile "Vatanın harim-i ismetinde", yani kutsal topraklarında, kutsal sinesinde boğmaktı. Kesin sonuç ancak o zaman alınacaktı. Büyük asker Mustafa Kemal, böyle bir taarruzun hazırlığı için, zamana ihtiyaç olduğunu biliyordu. 19 Aralık 1921 günü, Akşehir'de, Garp Cephesi karargâhında, umumi taarruz için karar verildi ve hemen hazırlığa geçildi.
Sakarya Meydan Savaşı'nda tükenen piyade ve topçu malzemesini temin etmek, asker sayısını arttırarak orduyu kuvvetlendirmek, çok önemli olan ve ihtiyaç duyulan küçük rütbeli subay sayısını arttırmak gerekiyordu. Ankara talimgahında hızlandırılmış bir eğitimle birkaç devrede yetiştirilen subaylarla, Birinci Dünya Savaşı'ndan henüz çıkmış, genç ama tecrübeli yedek subaylar vatan vazifesine koştular ve subay ihtiyacı böylece karşılanmış oldu. Şimdi bu subayların yetiştireceği acemi erleri toplamak gerekiyordu.
Askerlik çağı gelmiş olanlarla, askerlik çağı geldiği halde ertelenenler süratle silâh altına alındı. Erzurum ve Kars bölgesi ile Elce-zire ve Adana'daki çok az sayıda kuvvetler bırakılarak buradaki birlikler ve Doğu Cephesi'ndeki topçu birlikleri Garp Cephesi'ne yollandı. O zamanın ulaşım şartlarında askerin ve savaş malzemelerinin Garp Cephesi'ne kısa zamanda yollanması çok güçtü, fakat millet ve ordunun büyük fedakârlığı sayesinde bu güç iş başarıldı. Millet, eşyasını, parasını, hayvanını, varını yoğunu ordusuna verdi.
Askerin talim ve terbiyesi aralıksız devam ediyordu. Erlerin eğitimi kışla başlamış, ilkbaharda devam etmiş, haziran ve temmuz aylarında ise tümen ve kolordu manevralarına başlanmıştı. Savaş malzemesi ve mühimmatından yurt içinde yaptırılması mümkün olanlar temmuz ayı içinde tamamlandı. Bu iş için kadın, erkek, bütün yaşlılar, gençler, eli yatkın herkes gece gündüz çalıştı. Yine temmuz içinde yurt dışından beklenen hafif makineli tüfeklerle kamyonlar da gelmeye başladı.
Aşılmaz sanılan mevziler...
Yunanlılar, Sakarya'da yenildikten sonra çekildikleri Afyon-Kütahya hattını tahkim etmişlerdi. Marmara kıyısındaki limanlar, Eskişehir-Afyon ve izmir demiryolu hattı onların kontrolünde idi. Bu yüzden Yunanistan ve Avrupa'nın diğer ülkeleriyle kolayca bağ-iantı kuruyor, her çeşit yardım alıyorlardı. Eskişehir-Afyon doğusunda kalan mevzilerini kademeli bir şekilde tel örgülerle tahkim etmişler, bunların gerisinde siperler kazmışlar ve her türlü tedbirleri almışlardı. Artık yeni bir taarruza girişmeye niyetleri yoktu ama, Tûrkler'in de büyük bir hücuma geçebileceklerine ihtimal vermiyorlardı. Hücum etseler bile bu güçlü savunma hatlarını asla aşamayacaklarından emindiler.
Gerçekten de mevziler iyi hazırlanmıştı. O günlerde bu mevzileri gezen yüksek rütbeli bir İngiliz subayı "Türkler bu mevzileri altı ayda aşabilirlerse altı saatte aşmış gibi övünebilirler" demişti. Öte yandan, Ankara'da, Büyük Millet Meclisi'nde bazı üyeler sabırsızlanıyor ve "Sakarya Savaşı'ndan sonra aylar geçtiği halde ordu niçin taarruz etmiyor? Ordunun taarruz kabiliyeti yok mudur?" diyorlardı. Mustafa Kemal, Millet Meclisi'nin gizli bir oturumunda ordunun taarruza kesin kararlı olduğunu, ancak hazırlıkların tamamlanmadığını belirterek özetle şunları söyledi:
"Ordumuzun kesin kararı taarruzdur. Ancak bu taarruzu tehir ediyoruz. Çünkü hazırlığımızı tamamlamak için biraz daha zamana ihtiyacımız vardır. Kurtuluş için, istiklâl için, ergeç düşmanla bütün gücümüzle çarpışacak ve onu mağlup edeceğiz. Bundan başka kararımız ve çaremiz yoktur. Bilinmelidir ki, yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten daha fenadır!"
Hücum vakti
Nihayet Türk ordusu hazırlıklarını tamamladı. 27 Temmuz 1922 günü Başkumandan Mustafa Kemal Paşa ile Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, Akşehir'de Garp Cephesi karargâhına geldiler. Burada Garp Cephesi kumandanı ismet (inönü) Paşa'nın da iştirakiyle taarruz planları ayrıntılı olarak tespit edildi. 28 ve 30 Temmuz günleri yapılan toplantılara 1. ve 2. ordu kumandanları ile, 1., 4. ve 5. kolordu kumandanları da katıldı. Burada varılan son karara göre 15 Nisan'a kadar hazırlıklar tamamlanacak ve 26 Ağustos'ta hücuma geçilecekti. Bu karar gizli bir emirle İsmet Paşa tarafından 6 Ağustos 1922 günü ordulara bildirildi.
Düşmanın yapabileceği bütün hareketler gözönünde tutularak yapılan planın saldırı öncesi hazırlıkları büyük bir gizlilik içinde yü-rütüJdü. Ordunun ağırlık merkezine kuvvetlerin kaydırılması, ağırlık merkezinin düşmandan gizlenmesi için alınan tedbirler de mükemmeldi. Birlikler yürüyüşlerini gece yapmış, gündüz istirahate çekilmişlerdi.»
Taarruzdan bir hafta önce millî hükümetin hâkim olduğu sınırlardan dışarıya posta ve telgraf gönderilmesi, kontrol altında tutulabilen limanlara gemilerin girmesi ve çıkması yasaklanmıştı. Mustafa Kemal Paşa, otomobil ile Garp Cephesi karargâhına ulaşmak üzere Ankara'dan Konya'ya doğru hareket ettiği gün, Ankara gazeteleri onun Çankaya'da elçilere ve bütün yabancı temsilcilere bir çay ziyafeti vereceğini yazdılar. Mustafa Kemal Paşa'nın Garp Cephesi karargâhına gizlice geldiği tarih 20 Ağustos 1922 idi. Burada, Fevzi ve İsmet paşalarla taarruz planını bir kere daha gözden geçirdiler. 24 Ağustos günü karargâh Afyon'un güneyindeki Şu-hut kasabasına nakledildi. Taarruz öncesi geriye doğru sayma başiadığı zaman, Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet paşalar, ünlü Kocatepe'de idiler. Ordunun bütün subayları ve erleri, güvenle, imanla ve sabırsızlıkla hücum emrini bekliyorlardı. Düşmanın sayı ve silâh bakımından üs"-tün olması, Mehmetçik karşısında savaş kazanması için yeterli değildi. Çünkü, Mehmeî-çikler'in kuvveti silâhlardan değil, yurt ve.mil-let sevgisinden, inançlarından, kumandanlarının dirayetinden kaynaklanıyordu.
Büyük Taarruz başlarken Türk ordusunun 208 bin er ve subay, 98 bin piyade tüfeği, 839 ağır makineli tüfek, 2032 hafif makineli tüfek, 323 top, 198 kamyon, 33 oto ve ambulans ve 5 uçağı vardı.
Yunan ordusunda ise 220 bin er ve subay, 1130 bin piyade tüfeği 1002 ağır makineli tüfek, 3180 hafif makineli tüfek, 344 top, 4036 kamyon, yüzlerce oto ve ambulans, 12 uçak bulunuyordu.
26 Ağustos gece sabaha karşı'' Topların çelik ağzı çaldı bir hücum marşı"
26 Ağustos 1922 Cumartesi günü sabah saat 05.30'da, yoğun topçu ateşiyle büyük taarrruz başladı. Az sonra süvari ve piyadeler dalga dalga hücuma geçti. Süvari kolordumuz Ahır Dağları'nda bir gedikten süratle dûşman hatlarının gerisine dalarak Afyon-İzmir telgraf hatlarını kesti ve sonra çemberi daraltmaya başladı. Düşman neye uğradığını şaşırmıştı. Fakat mevzilenmiş durumda olduğu için hemen savunmaya geçebilmişti. Birinci gün Türk ordusu daha ileri gitmek ve yaklaşmak, düşman ordusu ise tutunmak için gayret etti. İkinci gün erken saatlerde Türk hücumu bütün cephelerde ve çok şiddetli olarak tekrar başladı. Öğleye kadar Çiğiltepe dışında, Afyon bölgesinin güneyindeki Yunan mevzileri tamamen işgal edildi ve Yunan birlikleri düzensiz bir şekilde ovaya doğru çekilmeye iladı. Ovanın kuzeyindeki tepeleri tutup mevzilenmek istiyordu, ama gerisi kesildiği için tepelere de çıkamadı. Öğleden sonra 8 tenimiz Afyon'u kurtarmıştı. Ordu coşmuştu. Az sonra bölgedeki bütün hedeflere ulaşıldı. Düşman kaçıyor ama Mehmetçik yetişip imha ediyordu.
Tâarruzun üçüncü günü düşmanın beş tümeninin izmir yönünde çekilmesi önlendi ve kuzeye doğru sürüldü. Birinci ordunun takibi çok şiddetli oluyordu. Dördüncü gün şiddetli çarpışmalar devam etti. 4. kolorduya mensup tümenlerimiz Yunan tümenlerini iyice kuzeye sürdü. 29 Ağustos akşamı beş Yunan tümeni (9., 13., 5. ve 4. düşman tümenleri) onları kovalayan tümenlerimiz tarafından yakalandı. Şimdi düşman ordusu her taraftan sarılmış bulunuyordu.
30 Ağustos'ta, her taraftan saldırıya geçerek kesin bir imha savaşına karar verildi. Başkumandanlığın bu kararından sonra ordu kumandanlarına verilen yeni talimat ve emirlere göre, Çâlköy-Hamurköy bölgesinde toplanmış bulunan Yunan kuvvetleri, çember iyice daraltılarak imha edilecek, Dumlupınar mevkii süratle ele geçirilecekti. Bundan sonra durmadan ve dinlenmeden izmir'e doğru ilerlenecek, kaçak düşman kuvvetleri yakalanıp imha edilecekti. Süvari kolordumuz düşmanın tamamen yok edilmesinden sonra da, gece-gündüz demeden ilerlemeye devam edecekti. Yazılı emrin verilmesinden sonra, Mustafa Kemal Paşa, birinci ordunun bulunduğu bölgeye, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, ikinci ordu ile süvari kolordusunun bulunduğu bölgeye geçtiler. İsmet Paşa Afyon'da kaldı.
"30 Ağustos günü, sabahın erken saatlerinde müthiş bir meydan savaşı başladı. Sabahtan akşama kadar devam eden çarpışmalarda düşman ordusunun çok büyük kısmı imha edildi. Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet paşalar düşman ordusunun imha edildiği Çalköy civarında, savaş meydanını kısa bir süre inceledikten sonra kaçabilen düşman kollannı takip etmek ve yakalamak için tedbir aldılar. Artık düşman ordusu yoktu. Mustafa Kemai Paşanın, daha önce söylediği gibi, düşman, vatanın harim-i ismetinde boğulmuştu. Çalköy civarında 100 bin ölü, 20 bin esir, çok sayıda top, tüfek ve cephane bırakmıştı."
"ORDULAR, İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ'DİR. İLERİ !"
1 Eylül'de, Başkumandan Mustafa Kemai Paşa Türk ordularına şu emri verdi:
"Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularına!
Afyonkarahisar-Dumlupınar büyük meydan muharebesinde, zalim ve mağrur ordunun asıl unsurlarını inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ederek, büyük ve necîb milletimizin fedakârlıklarına lâyık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. Türk milleti istikbalinden emin olmakta haklıdır. Savaş meydanındaki maharet ve fedakârlıklarınızı yakından takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine delalet etmek vazifemi mütemadiyen ve mütevaliyen (aralık vermeden) ifa edeceğim Başkumandanlığa tekliflerde bulunulmasını Garp Cephesi kumandanlığına emrettim. Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da başka muharebeler vereceğimizi dikkate alarak ilerlemesini ve herkesin kuvvet-i akliyesini (akıl kuvvetini), kahramanlık ve hamiyetini yarışarak göstermeye devam eylemesini rica ederim. Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!"
Başkumandan Mustafa Kemal Yunan başkumandanı esir alınıyor
Bu emri alan ordularımız batıya doğru hızla ilerlediler. Yunan Başkumandanı General Trikopis ve General Diyenis, Murad Dağları'na çekilerek bir çıkış, bir kaçış yolu aradılar ama sonra kurmay heyetleriyle birlikte teslim olmaktan başka çare bulamadılar. 4 Eylül'de bu esir generaller Uşak'ta Mustafa Kemal Paşa'nın huzuruna getirildi. Savaşın başında Yunan Başkumandanı Hacı Anesti idi. Daha sonra başkumandanlığa General Trikopis tâyin edilmiş, fakat Izmir-le haberleşme hatları kesilerek emir alıkonulmuş ve Trikopis'in bu tâyinden haberi olmamıştı. Birinci kolordu kumandanı olarak görev yapıyordu.
Mustafa Kemal huzuruna çıkarılan esir generallere şu şekilde hitap etti:
"Birkaç ay evvel başkumandanınız Hacı Anesti cepheyi teftiş edip dönerken, gazetecilere verdiği beyanatında, "Mustafa Kemal mi? Ben bu isimde bir kumandan tanımıyorum, cephede hiçbir yerde rastlamadım" demişti. Şimdi ben bir haftadır muharebe meydanındayım, ama başkumandanınızı hiçbir yerde göremedim, nerededir?" Bundan sonra Mustafa Kemal Paşa, General Trikopis'in Hacı Anesti yerine başkumandan tâyin edildiğini bildiren ama onun eline geçmeyen emri Yunan generaline verdi.
Düşman denize dökülüyor
Türk orduları bir sel gibi izmir'e doğru akıyordu. 9 Eylül'de İzmir'e ulaşmış, düşmanı denize dökmüştü. Türk süvarileri Üsküdar'a, Çanakkale'ye kadar geldiler. 16 Eylül'de Anadolu'da bir tek düşman askeri kalmamıştı. Türk kuvvetleri şimdi Trakya'ya doğru ilerliyordu. Mehmetçik'in Selânik'e girmesini engelleyecek bir kuvvet yoktu. Bu durumu gören İtilâf devletleri telâşa kapıldılar ve 23 Eylül'de bir nota vererek savaşın durdurulmasını, barış konferansının toplanmasını istediler.
Yapılan temaslar sonunda 3 Ekim 1922 tarihinde, Mudanya'da görüşmeler başladı ve 11 Ekim'de 14 maddelik bir ateşkes imzalandı. Buna göre Yunanistan'ın Trakya'daki birlikleri iki hafta içinde tamamen çekilecek ve Doğu Trakya bir ay sonra Türk memurlara teslim edilecekti. Barış konferansına kadar Türkler Trakya'da 8 bin kişilik bir jandarma birliği bulunduracaklardı. Boğazlar barış konferansına kadar Büyük Millet Meclisi'nin idaresine bırakılacak, işgalciler, antlaşmadan sonra İstanbul'dan ayrılacaklardı. Mudanya'da imzalanan ateşkesten sonra, 24 Temmuz 1923'te, İsviçre'nin Lozan şehrinde imzalanan 'Lozan Barış Antlaşmasından sonra bağımsız bir Türkiye kurulmuş oldu. Yurdumuzu parçalayan Sevr paçavrası yırtılıp atılmış, Millî Misak sınırları Mehmetçik'in süngüsü ile çizilmişti.
İnönü ve Sakarya savaşlarından sonra İtilâf devletlerinin dışişleri bakanları Türk ve Yunan hükümetlerine ateşkes teklif ettiler. 26 Mart 1922 tarihinde ise barış şartlarını bildiriyor ve bu defa Türkler'e sözde daha fazla taviz veriyorlardı. Bu şartlara göre Kırklareli, Babaeski ve Edirne Yunanlılar'da, Tekirdağ ise Türkler'de kalmak üzere Trakya sınırı yeniden çizilecekti. İstanbul boşaltılacak, ayrı bir bölge olacak, Boğazlar serbest bırakılacaktı. Türk ordusunun Sevr Antlaşması'na göre 50 bin olan mevcudu 85 bine çıkarılıyor, kapitülasyonlarda tadilat teklif ediliyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti bu tekliflere kısa bir nota ile cevap verdi: işgalciler Anadolu'dan tamamen çekilmeden barış görüşmelerinin yapılamayacağı, tekliflerin incelenmeyeceği bildirdi. İtilâf devletleri 15 Nisan'da bu notamızı reddettiler.
Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti barış temaslarından bir sonuç çıkmayacağını, düşmanı yurt topraklarından sürüp atmadıkça bizim istediğimiz şartlarda bir barış yapılamayacağını biliyordu. Onun için ilk iş, vatanı düşmandan kurtarmak idi. Büyük bir hücumla düşmanı, Mustafa Kemal Paşa'nın deyimi ile "Vatanın harim-i ismetinde", yani kutsal topraklarında, kutsal sinesinde boğmaktı. Kesin sonuç ancak o zaman alınacaktı. Büyük asker Mustafa Kemal, böyle bir taarruzun hazırlığı için, zamana ihtiyaç olduğunu biliyordu. 19 Aralık 1921 günü, Akşehir'de, Garp Cephesi karargâhında, umumi taarruz için karar verildi ve hemen hazırlığa geçildi.
Sakarya Meydan Savaşı'nda tükenen piyade ve topçu malzemesini temin etmek, asker sayısını arttırarak orduyu kuvvetlendirmek, çok önemli olan ve ihtiyaç duyulan küçük rütbeli subay sayısını arttırmak gerekiyordu. Ankara talimgahında hızlandırılmış bir eğitimle birkaç devrede yetiştirilen subaylarla, Birinci Dünya Savaşı'ndan henüz çıkmış, genç ama tecrübeli yedek subaylar vatan vazifesine koştular ve subay ihtiyacı böylece karşılanmış oldu. Şimdi bu subayların yetiştireceği acemi erleri toplamak gerekiyordu.
Askerlik çağı gelmiş olanlarla, askerlik çağı geldiği halde ertelenenler süratle silâh altına alındı. Erzurum ve Kars bölgesi ile Elce-zire ve Adana'daki çok az sayıda kuvvetler bırakılarak buradaki birlikler ve Doğu Cephesi'ndeki topçu birlikleri Garp Cephesi'ne yollandı. O zamanın ulaşım şartlarında askerin ve savaş malzemelerinin Garp Cephesi'ne kısa zamanda yollanması çok güçtü, fakat millet ve ordunun büyük fedakârlığı sayesinde bu güç iş başarıldı. Millet, eşyasını, parasını, hayvanını, varını yoğunu ordusuna verdi.
Askerin talim ve terbiyesi aralıksız devam ediyordu. Erlerin eğitimi kışla başlamış, ilkbaharda devam etmiş, haziran ve temmuz aylarında ise tümen ve kolordu manevralarına başlanmıştı. Savaş malzemesi ve mühimmatından yurt içinde yaptırılması mümkün olanlar temmuz ayı içinde tamamlandı. Bu iş için kadın, erkek, bütün yaşlılar, gençler, eli yatkın herkes gece gündüz çalıştı. Yine temmuz içinde yurt dışından beklenen hafif makineli tüfeklerle kamyonlar da gelmeye başladı.
Aşılmaz sanılan mevziler...
Yunanlılar, Sakarya'da yenildikten sonra çekildikleri Afyon-Kütahya hattını tahkim etmişlerdi. Marmara kıyısındaki limanlar, Eskişehir-Afyon ve izmir demiryolu hattı onların kontrolünde idi. Bu yüzden Yunanistan ve Avrupa'nın diğer ülkeleriyle kolayca bağ-iantı kuruyor, her çeşit yardım alıyorlardı. Eskişehir-Afyon doğusunda kalan mevzilerini kademeli bir şekilde tel örgülerle tahkim etmişler, bunların gerisinde siperler kazmışlar ve her türlü tedbirleri almışlardı. Artık yeni bir taarruza girişmeye niyetleri yoktu ama, Tûrkler'in de büyük bir hücuma geçebileceklerine ihtimal vermiyorlardı. Hücum etseler bile bu güçlü savunma hatlarını asla aşamayacaklarından emindiler.
Gerçekten de mevziler iyi hazırlanmıştı. O günlerde bu mevzileri gezen yüksek rütbeli bir İngiliz subayı "Türkler bu mevzileri altı ayda aşabilirlerse altı saatte aşmış gibi övünebilirler" demişti. Öte yandan, Ankara'da, Büyük Millet Meclisi'nde bazı üyeler sabırsızlanıyor ve "Sakarya Savaşı'ndan sonra aylar geçtiği halde ordu niçin taarruz etmiyor? Ordunun taarruz kabiliyeti yok mudur?" diyorlardı. Mustafa Kemal, Millet Meclisi'nin gizli bir oturumunda ordunun taarruza kesin kararlı olduğunu, ancak hazırlıkların tamamlanmadığını belirterek özetle şunları söyledi:
"Ordumuzun kesin kararı taarruzdur. Ancak bu taarruzu tehir ediyoruz. Çünkü hazırlığımızı tamamlamak için biraz daha zamana ihtiyacımız vardır. Kurtuluş için, istiklâl için, ergeç düşmanla bütün gücümüzle çarpışacak ve onu mağlup edeceğiz. Bundan başka kararımız ve çaremiz yoktur. Bilinmelidir ki, yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten daha fenadır!"
Hücum vakti
Nihayet Türk ordusu hazırlıklarını tamamladı. 27 Temmuz 1922 günü Başkumandan Mustafa Kemal Paşa ile Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, Akşehir'de Garp Cephesi karargâhına geldiler. Burada Garp Cephesi kumandanı ismet (inönü) Paşa'nın da iştirakiyle taarruz planları ayrıntılı olarak tespit edildi. 28 ve 30 Temmuz günleri yapılan toplantılara 1. ve 2. ordu kumandanları ile, 1., 4. ve 5. kolordu kumandanları da katıldı. Burada varılan son karara göre 15 Nisan'a kadar hazırlıklar tamamlanacak ve 26 Ağustos'ta hücuma geçilecekti. Bu karar gizli bir emirle İsmet Paşa tarafından 6 Ağustos 1922 günü ordulara bildirildi.
Düşmanın yapabileceği bütün hareketler gözönünde tutularak yapılan planın saldırı öncesi hazırlıkları büyük bir gizlilik içinde yü-rütüJdü. Ordunun ağırlık merkezine kuvvetlerin kaydırılması, ağırlık merkezinin düşmandan gizlenmesi için alınan tedbirler de mükemmeldi. Birlikler yürüyüşlerini gece yapmış, gündüz istirahate çekilmişlerdi.»
Taarruzdan bir hafta önce millî hükümetin hâkim olduğu sınırlardan dışarıya posta ve telgraf gönderilmesi, kontrol altında tutulabilen limanlara gemilerin girmesi ve çıkması yasaklanmıştı. Mustafa Kemal Paşa, otomobil ile Garp Cephesi karargâhına ulaşmak üzere Ankara'dan Konya'ya doğru hareket ettiği gün, Ankara gazeteleri onun Çankaya'da elçilere ve bütün yabancı temsilcilere bir çay ziyafeti vereceğini yazdılar. Mustafa Kemal Paşa'nın Garp Cephesi karargâhına gizlice geldiği tarih 20 Ağustos 1922 idi. Burada, Fevzi ve İsmet paşalarla taarruz planını bir kere daha gözden geçirdiler. 24 Ağustos günü karargâh Afyon'un güneyindeki Şu-hut kasabasına nakledildi. Taarruz öncesi geriye doğru sayma başiadığı zaman, Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet paşalar, ünlü Kocatepe'de idiler. Ordunun bütün subayları ve erleri, güvenle, imanla ve sabırsızlıkla hücum emrini bekliyorlardı. Düşmanın sayı ve silâh bakımından üs"-tün olması, Mehmetçik karşısında savaş kazanması için yeterli değildi. Çünkü, Mehmeî-çikler'in kuvveti silâhlardan değil, yurt ve.mil-let sevgisinden, inançlarından, kumandanlarının dirayetinden kaynaklanıyordu.
Büyük Taarruz başlarken Türk ordusunun 208 bin er ve subay, 98 bin piyade tüfeği, 839 ağır makineli tüfek, 2032 hafif makineli tüfek, 323 top, 198 kamyon, 33 oto ve ambulans ve 5 uçağı vardı.
Yunan ordusunda ise 220 bin er ve subay, 1130 bin piyade tüfeği 1002 ağır makineli tüfek, 3180 hafif makineli tüfek, 344 top, 4036 kamyon, yüzlerce oto ve ambulans, 12 uçak bulunuyordu.
26 Ağustos gece sabaha karşı'' Topların çelik ağzı çaldı bir hücum marşı"
26 Ağustos 1922 Cumartesi günü sabah saat 05.30'da, yoğun topçu ateşiyle büyük taarrruz başladı. Az sonra süvari ve piyadeler dalga dalga hücuma geçti. Süvari kolordumuz Ahır Dağları'nda bir gedikten süratle dûşman hatlarının gerisine dalarak Afyon-İzmir telgraf hatlarını kesti ve sonra çemberi daraltmaya başladı. Düşman neye uğradığını şaşırmıştı. Fakat mevzilenmiş durumda olduğu için hemen savunmaya geçebilmişti. Birinci gün Türk ordusu daha ileri gitmek ve yaklaşmak, düşman ordusu ise tutunmak için gayret etti. İkinci gün erken saatlerde Türk hücumu bütün cephelerde ve çok şiddetli olarak tekrar başladı. Öğleye kadar Çiğiltepe dışında, Afyon bölgesinin güneyindeki Yunan mevzileri tamamen işgal edildi ve Yunan birlikleri düzensiz bir şekilde ovaya doğru çekilmeye iladı. Ovanın kuzeyindeki tepeleri tutup mevzilenmek istiyordu, ama gerisi kesildiği için tepelere de çıkamadı. Öğleden sonra 8 tenimiz Afyon'u kurtarmıştı. Ordu coşmuştu. Az sonra bölgedeki bütün hedeflere ulaşıldı. Düşman kaçıyor ama Mehmetçik yetişip imha ediyordu.
Tâarruzun üçüncü günü düşmanın beş tümeninin izmir yönünde çekilmesi önlendi ve kuzeye doğru sürüldü. Birinci ordunun takibi çok şiddetli oluyordu. Dördüncü gün şiddetli çarpışmalar devam etti. 4. kolorduya mensup tümenlerimiz Yunan tümenlerini iyice kuzeye sürdü. 29 Ağustos akşamı beş Yunan tümeni (9., 13., 5. ve 4. düşman tümenleri) onları kovalayan tümenlerimiz tarafından yakalandı. Şimdi düşman ordusu her taraftan sarılmış bulunuyordu.
30 Ağustos'ta, her taraftan saldırıya geçerek kesin bir imha savaşına karar verildi. Başkumandanlığın bu kararından sonra ordu kumandanlarına verilen yeni talimat ve emirlere göre, Çâlköy-Hamurköy bölgesinde toplanmış bulunan Yunan kuvvetleri, çember iyice daraltılarak imha edilecek, Dumlupınar mevkii süratle ele geçirilecekti. Bundan sonra durmadan ve dinlenmeden izmir'e doğru ilerlenecek, kaçak düşman kuvvetleri yakalanıp imha edilecekti. Süvari kolordumuz düşmanın tamamen yok edilmesinden sonra da, gece-gündüz demeden ilerlemeye devam edecekti. Yazılı emrin verilmesinden sonra, Mustafa Kemal Paşa, birinci ordunun bulunduğu bölgeye, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, ikinci ordu ile süvari kolordusunun bulunduğu bölgeye geçtiler. İsmet Paşa Afyon'da kaldı.
"30 Ağustos günü, sabahın erken saatlerinde müthiş bir meydan savaşı başladı. Sabahtan akşama kadar devam eden çarpışmalarda düşman ordusunun çok büyük kısmı imha edildi. Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet paşalar düşman ordusunun imha edildiği Çalköy civarında, savaş meydanını kısa bir süre inceledikten sonra kaçabilen düşman kollannı takip etmek ve yakalamak için tedbir aldılar. Artık düşman ordusu yoktu. Mustafa Kemai Paşanın, daha önce söylediği gibi, düşman, vatanın harim-i ismetinde boğulmuştu. Çalköy civarında 100 bin ölü, 20 bin esir, çok sayıda top, tüfek ve cephane bırakmıştı."
"ORDULAR, İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ'DİR. İLERİ !"
1 Eylül'de, Başkumandan Mustafa Kemai Paşa Türk ordularına şu emri verdi:
"Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularına!
Afyonkarahisar-Dumlupınar büyük meydan muharebesinde, zalim ve mağrur ordunun asıl unsurlarını inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ederek, büyük ve necîb milletimizin fedakârlıklarına lâyık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. Türk milleti istikbalinden emin olmakta haklıdır. Savaş meydanındaki maharet ve fedakârlıklarınızı yakından takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine delalet etmek vazifemi mütemadiyen ve mütevaliyen (aralık vermeden) ifa edeceğim Başkumandanlığa tekliflerde bulunulmasını Garp Cephesi kumandanlığına emrettim. Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da başka muharebeler vereceğimizi dikkate alarak ilerlemesini ve herkesin kuvvet-i akliyesini (akıl kuvvetini), kahramanlık ve hamiyetini yarışarak göstermeye devam eylemesini rica ederim. Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!"
Başkumandan Mustafa Kemal Yunan başkumandanı esir alınıyor
Bu emri alan ordularımız batıya doğru hızla ilerlediler. Yunan Başkumandanı General Trikopis ve General Diyenis, Murad Dağları'na çekilerek bir çıkış, bir kaçış yolu aradılar ama sonra kurmay heyetleriyle birlikte teslim olmaktan başka çare bulamadılar. 4 Eylül'de bu esir generaller Uşak'ta Mustafa Kemal Paşa'nın huzuruna getirildi. Savaşın başında Yunan Başkumandanı Hacı Anesti idi. Daha sonra başkumandanlığa General Trikopis tâyin edilmiş, fakat Izmir-le haberleşme hatları kesilerek emir alıkonulmuş ve Trikopis'in bu tâyinden haberi olmamıştı. Birinci kolordu kumandanı olarak görev yapıyordu.
Mustafa Kemal huzuruna çıkarılan esir generallere şu şekilde hitap etti:
"Birkaç ay evvel başkumandanınız Hacı Anesti cepheyi teftiş edip dönerken, gazetecilere verdiği beyanatında, "Mustafa Kemal mi? Ben bu isimde bir kumandan tanımıyorum, cephede hiçbir yerde rastlamadım" demişti. Şimdi ben bir haftadır muharebe meydanındayım, ama başkumandanınızı hiçbir yerde göremedim, nerededir?" Bundan sonra Mustafa Kemal Paşa, General Trikopis'in Hacı Anesti yerine başkumandan tâyin edildiğini bildiren ama onun eline geçmeyen emri Yunan generaline verdi.
Düşman denize dökülüyor
Türk orduları bir sel gibi izmir'e doğru akıyordu. 9 Eylül'de İzmir'e ulaşmış, düşmanı denize dökmüştü. Türk süvarileri Üsküdar'a, Çanakkale'ye kadar geldiler. 16 Eylül'de Anadolu'da bir tek düşman askeri kalmamıştı. Türk kuvvetleri şimdi Trakya'ya doğru ilerliyordu. Mehmetçik'in Selânik'e girmesini engelleyecek bir kuvvet yoktu. Bu durumu gören İtilâf devletleri telâşa kapıldılar ve 23 Eylül'de bir nota vererek savaşın durdurulmasını, barış konferansının toplanmasını istediler.
Yapılan temaslar sonunda 3 Ekim 1922 tarihinde, Mudanya'da görüşmeler başladı ve 11 Ekim'de 14 maddelik bir ateşkes imzalandı. Buna göre Yunanistan'ın Trakya'daki birlikleri iki hafta içinde tamamen çekilecek ve Doğu Trakya bir ay sonra Türk memurlara teslim edilecekti. Barış konferansına kadar Türkler Trakya'da 8 bin kişilik bir jandarma birliği bulunduracaklardı. Boğazlar barış konferansına kadar Büyük Millet Meclisi'nin idaresine bırakılacak, işgalciler, antlaşmadan sonra İstanbul'dan ayrılacaklardı. Mudanya'da imzalanan ateşkesten sonra, 24 Temmuz 1923'te, İsviçre'nin Lozan şehrinde imzalanan 'Lozan Barış Antlaşmasından sonra bağımsız bir Türkiye kurulmuş oldu. Yurdumuzu parçalayan Sevr paçavrası yırtılıp atılmış, Millî Misak sınırları Mehmetçik'in süngüsü ile çizilmişti.
Konular
- Serbest Cumhuriyet Fırkası
- Sevr Antlaşması
- Sivas Kongresi
- Sosyal Alandaki İnkılaplar
- Türk-Sovyet Münasebetleri (1923 - 1932)
- Türk-Sovyet Münasebetleri (1932 - 1938)
- Soyadı Kanunun Kabulü
- Şeriye ve Evkaf Vekâleti'nin kaldırılması
- Şeyh Sait İsyanı
- Takrir-i Sukûn Kanunu ve İzmir Suikast Girişimi
- Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik
- Yeni Tarih Anlayışı ve Türk Tarih Kurumu'nun kuruluşu
- TBMM'nin Açılmasından Sonra Meydana Gelen Askeri ve Siyasi Olaylar
- Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması
- Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
- Türk Birliğinin Korunması
- Türk Devrimleri
- Türk-Fransız İlişkileri
- Türk alfabesinin kabulü
- Türk İnkılabının Dayandığı İlkeler
- Türk-İtalyan İlişkileri
- Türk Ordusu ve Milli Savunma
- Türk-Alman İlişkileri
- Türkiye Cumhuriyeti Antlaşmaları
- Türk-Fransız İlişkileri ve Hatay Meselesi
- Türkiye ve İngiltere İlişkileri
- Türkiye - İtalya İlişkileri
- Türk-Yunan İlişkileri
- Ulaştırma Alanındaki İnkılaplar
- Yunanlıların Anadoluyu İşgal Etmesi